Birgün

   Koridordan gelen seslerle gözlerimi açtım, yatağımdan kalkmak için acele etmedim. Güzel bir rüya gördüğümü dudaklarımdaki büzüşmeden hissettim. Hatırlamaya çalıştım, başaramadım. Hafızama küserek ayışığını seyretmek için pencere kenarına doğru yürüdüm. Gün ağardiğı için ayışığından hiçbir eser kalmamıştı. Koğuştaki herkesi öldürdüğüm için akşamdan beri bir sessizlik vardı. Burnum kokuya alışmış sanırım, rahatsızlık duymuyordum. Dolabımı açtım, lekesiz siyah tişörtümü ve pantolonumu giydim. Ayakkabılarımı almak için dolabın alt gözüne doğru eğildim, belimde hafif bir ağrı hissettim. Yatarken üşütmüş olmalıyım. Tıraş takımlarımı alıp tuvalete doğru yürüdüm. Koridorda herkes at yarışına kupon yatırmak için aceleci bir tavır içindeydi sanki, geç kalınmış görev telaşları. Usul usul adımlayarak tuvalete gittim. Gözlüğümü yanıma almadığım için kendi kendime “akılsız baş, akılsız baş” ikilemesiyle hakaret ettim. Tıraş sırasında bekleyen hiç kimse bu ikilemeyi duymadı, sessizliğime hayran kaldım. Gözlüksüz, bozuk gözlerimle tıraş olarak kendimi cezalandırmak istedim, başaramadım, yüzümün hiçbir yerinde kanayan yara yoktu. Öteberilerimi yerleştirdikten sonra alt kata inmek için merdivene doğru ilerledim. Merdivenin alt trabzanında oturmuş ağlayan bir kız çocuğu gördüm, yanaklarına akan gözyaşları ışığın yansımasıyla parlıyordu. Bunun bir yanılsama olduğunu biliyordum, önemsemeden hızla kahvaltı yapmadan bölükten dışarıya çıktım. Ne yapacağına hakim olamayan, kararsız bir yağmur gökyüzündeydi. Aptal birkaç günaydın zorunluluğuna boyun eğmeden yürümeye başladım…  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder